Okul öncesi eğitimde doğru bilinen 10 yanlış

Okul öncesi yıllar olarak adlandırdığımız 0-6 yaş arası, çocuğun kişiliğinin yüzde 70’inin geliştiği ve yaratıcılığının yeşerdiği en kritik dönem olarak tanımlanabilir. Başta ebeveynler olmak üzere çocuğun eğitiminde rol alan tüm yetişkinlerin bu dönemde çocuklara karşı sözel ya da sözel olmayan davranış ve uygulamaları çocukların yaratıcılıklarını olumlu ya da olumsuz yönde etkiliyor.



Yaratıcı düşünen bireyler bir ülkenin geleceğini şekillendirmede söz sahibi olacaklar. Bu yüzden yetişkinler olarak ağzımızdan çıkan her sözü, sergilediğimiz her eylemi düşünerek gerçekleştirmeliyiz. Bu noktadan hareketle okul öncesi eğitimde doğru bilinen yanlış uygulamaları 10 maddede şöyle sıralayabiliriz:
1- Kendi bildiği yöntemi dayatmak: Bir işi yapmanın onlarca, hatta yüzlerce farklı yolu var. Çocuğa bir şeyi yapmanın tek bir yolunun olduğunun söylenmesi, yeni yolların aranması isteğini öldürür. Bu gerçekten hareket ederek eğitimciler sadece kendi bildikleri yöntemleri çocuklara dayatmamalı. Onların denemeler yapmasına fırsat vererek kendilerinin çözüm üretmesini sağlamak oldukça önemli.

2- Boyama kitapları vermek: 
Birçok öğretmen ve anne babadan duyarız: “Benim çocuklarım boyama kitaplarına bayılıyor.” Ne var ki, çocuklar kendileri için doğru ve zararlı olanı ayırt edemezler. Sevdikleri şeyler her zaman onlar için iyi olmayabilir. Örneğin; çoğu çocuk şeker yemeyi sebze yemeye tercih eder. Fakat bu bizim, onların diyetini şekere göre düzenleyeceğimiz anlamına gelmez. Yapılan araştırmalar, boyama kitapları kullanan çocukların yarıdan fazlasının yaratıcılıklarını ve ifade özgürlüklerini kaybettiklerini, katı ve bağımlı hale geldiklerini ortaya koyuyor. Boyama kitapları yerine, eğitimcilerin çocuklara daha farklı ortamlarda deneyimler sunarak onların düşünmelerini ve düşündüklerini çizimlere aktarmalarını sağlamaları bilimsel açıdan daha uygun bir yöntemdir.

3- Zaman sınırı koymak: 
Çocuklar okul öncesi dönemde başta oyun olmak üzere gerçekleştirdikleri etkinliklere yoğunlaşarak sürecin tadını çıkarmayı severler. Hatta bu yüzden pek çok kereler sevdikleri eylemleri tekrar tekrar yaptıklarına tanık olmuşuzdur. Eğitimcilerin bu gibi durumlarda çocuktan yaptığı etkinliği bir an evvel tamamlamasını istemek yerine, ona ekstra zaman vererek çalışmasını, analiz etmesini ve yeni olasılıklar düşünerek detayları fark etmesini sağlamak yaratıcılıklarını destekleyecektir.

4- Yanıtını bilmediğimiz soruları geçiştirmek: 
Çocuklar daima en büyük soruları sorarlar ve bir cevap isterler. Çünkü buna hakları vardır. Cevap alamazlarsa günün birinde soru sormaktan vazgeçerler ve olabileceklerin en kötüsü de budur: Çocukların artık soru sormamaları. Her küçük çocuk günde yüz kez «neden?» diye sorar. Merak çocuklarda tıpkı hayvanlarda olduğu gibi doğuştan var. Eğitimciler bazen çocukların çok soru sormalarından ya da sorulan soruların yanıtını bilmediklerinden çocukları geçiştirirler. Çocukların sordukları soruları yanıtlamak, yanıtını bilmiyorsak birlikte araştırıp bulmak onların ‘sorma-bilme’ dürtülerini bir başka anlatımla, yaratıcı düşünme becerilerini geliştirecektir.
5- Kapalı uçlu sorular sormak: 
Eğitimcilerin çocuğa “Bunun adını söyleyebilir misin?, Çiçeğin rengi nedir?” türünden yanıtı “evet, hayır” ya da kesin bir gerçekliği ifade eden kapalı uçlu soruları sıklıkla sormaları çocukların belirli kalıplar dışına çıkarak düşünmesini engeller. Oysa ki, “Bu resim hakkında neler söylemek istersin?, Sihirli güçlerin olsa ve her şeyi yapabiliyor olsaydın, ne yapardın?” gibi açık uçlu sorular sormaları çocukların farklı düşünmelerini sağlayacaktır.
6- Yaptığı resim hakkında tahminlerde bulunmak: 
‘Küçük Prens’ adlı kitapta, yetişkinler çocuğun çizdiği, boğa yutmuş yılan resmini şapkaya benzetirler ve çocuk, “Bu yetişkinler de hiçbir şeyden anlamıyor” der. Çocuğun yaptığı resim hakkında “Bir kuş resmi mi çizdin ?” gibi sorular sormak sizin resim hakkındaki anlayış eksikliğinizi ortaya çıkaracaktır. Dolayısıyla çocuğun yaptığı resmi tahmin etmeye çalışmak yerine, “Yaptığın resimden bana söz etmeni istiyorum” diyerek özgürce anlatması için izin verilmeli.
7- İlkokula başlamadan okuma-yazmayı öğretmek, çizgi çalışmaları yaptırmak: 
Okul öncesi eğitim kurumlarında öğretmenler okuma-yazmaya hazırlık çalışmaları adı altında, çocukların defter sayfalarını dik, yatay, eğik çizgiler çizerek doldurmalarını istiyorlar. Oysa ki, okul öncesinde okuma-yazmaya hazırlık çalışmalarından kast edilen; çocuğun farklı kalınlıklarda boya kalemleri ve fırçalarla dokulu, büyük zeminlerde çizim ve boyama çalışmaları yapmaları, makas kullanarak kağıtları kesmeleri, kile yoğurarak şekil vermeleridir. Ayrıca bu dönemde çocuklara yaşlarına uygun bol bol resimli öykü kitapları etkileşimli olarak okunmalı ve okunan kitaplar hakkında çocuklara sorular sorarak düşünmeleri sağlanmalı.
8- Hayal kurmayı bırakmaya ve gerçekçi olmaya zorlamak: 
Çocukların hayal kurmaya hakları vardır, tıpkı yemek yemeye ve su içmeye hakları olduğu gibi. Eğitimciler çocukları gerçekçi olmaya zorlamak yerine yaratıcı olmaları için onlara daha çok kitap okumaları, müze ve sanat galerilerine geziye götürerek hayal kurmaları için olanaklar sunmalılar.
9- Diğer çocuklarla kıyaslamak: 
Eğitimciler bazen istemeyerek de olsa “Bak, Elif ne güzel resim yapıyor sen de öyle yapsana!” diyerek çocukları sınıftaki diğer çocuklarla karşılaştırıyorlar. Çocuğa; bu tarz kıyaslamalar yaparak, kendisinin diğerleri kadar iyi olmadığı mesajını veririz. Oysa, her çocuk özeldir ve biriciktir. Dolayısıyla onları sadece kendi olduğu için, bu haliyle sevdiğimizi hissettirmemiz olumlu benlik saygısı geliştirmelerini sağlayacaktır.

Yorumlar